Saçma bir şey bu söylediğin dedi, sanki ben saçma olduğunu bilmiyormuşum gibi. Başını fazlaca geriye atarak konuşuyordu, fesat düşünceli birisi olduğumu düşünmenizi istemem, ama kendini beğenmiş, ukalaca gelmişti bu tavrı. Sonradan fark ettim ki; giderek seyrekleşen saçlarını göstermemek için, başını geriye atarak söylemişti saçma olduğunu. O’na bunun çok saçma olduğunu söylediğimi anımsıyorum, yani saçını bu denli özümsemesini.. Belki de içimden geçirdim. Veya bir başkasına söylemiş de olabilirim. Ancak, benim dedikoducu birisi olduğumu düşünmenizi istemem. Gerçi düşünseniz de, bunu çok umursuyor olmazdım; umursamaz olduğumdan değil, bunun tamamen sizin algınız olduğundan; bu da sizi ilgilendiren bir şey.
Belki de fazlaca üzerine gittim. Kendine karşı güvensizdi. Aynada gördüğü cılız bedene güvenemiyordu. Haliyle bu da yaşamına yansıyordu. Söylediğinde hiçbir tuhaflık da yoktu aslında, ama ben sanırım kaldıramadım. Yani duyduğum ilk anda, canım öylesine yankı ki, içimde bir şeylerin kavga ettiğini hissettim. Egoydu şüphesiz! Ancak o an bunu kabul edecek ve bununla baş edecek gücüm ve olgunluğum yoktu. Hıncımı, özgüveni eksik bu çocuktan çıkarttım. Öylesine ki, belki ilk defa başı önüne eğilmiş gördüm. Anlamalıydım onu, empati kurmalıydım. Beni duygusuz sanmayın sakın, ya da sansanız da beni ilgilendirmez, en nihayetinde sizin düşünceleriniz, ama konumuz bu değil. O’na göl kenarına gitmek isteyip istemediğini sordum. Bu soru, O’nu önemsediğim anlamına gelirdi öyle değil mi? Duygularımın elbette var olduğunun kanıtıydı. Bu soru O’nu sevindirmişe benziyordu. Çok gülümsemedi, ama başını kaldırıp yüzüme baktı, çocuksu bir ifadeyle “olur” dedi. Küçüklüğünden beri ilk defa birlikte, yine aynı göl kenarına gidiyorduk. Şüphesiz ikimizin içinde de garip bir duygu hakimdi. Ben çok iyi yürüyemiyordum, yaşlı olduğumdan değil; dizlerimde kalıtsal bir sorun çıktığından. Ağırlığımın bir kısmını büyük bir istekle paylaşmıştı. İncecik bedenine ağır gelse de O, bunu mutlulukla yapıyordu. En azından ben öyle hissediyordum. Yol boyunca giderken, çok fazla sohbet etme imkanımız olmadı. Sadece çocukluğundan sonra, buraya arada bir geldiğini söyledi. Bu vesile ile O’na kız arkadaşının olup olmadığını sordum; çünkü kendine güveni eksik olan bu çocuk, hayatına başkasını alabilmiş miydi ve mutlu muydu bilmek istedim.
Kız arkadaşının olmadığını, ancak bir erkek arkadaşı oluğunu söyledi ve göl kenarına kadar sustuk.. Nedense ağırlığımı çok fazla vermemeye çalıştım, ama O daha büyük bir istekle, daha çok taşımak istercesine, kolumu iyice kendisine doğru çekti ve sustuk. Sanki gururunu taşıyor gibiydi. En nihayetinde, suskunluk içinde göle vardık. Çimenler henüz yeşildi ve zemin hafif nemli. Hiç düşünmeden, düz-gri renkli ceketini çıkarttı ve oturmamız için nemli yere serdi. Bir süre daha sessizlik içerisinde oturduk. O’na “dünyanın sonu değil ya” dedim. Neden dediğimi bilmiyorum. Bir anda ağzımdan çıkıverdi. Belki ölüm sessizliğini bozmak istedim. Sanırım bu, O’nu bir parça rahatlattı. Erkek arkadaşıyla sık sık bu göle yürüyüşler yaptığını söyledi.
Bir yetişkin olarak O’na örnek olmam gerekirdi. Hayatım boyu bu sorumluluğu taşımıştım. Her ne kadar, O’na daha fazla zaman ayıramamış olsam da; zaman derken, aynı evde bulunamama mesela ki Buna çok izin verilmiyordu. Olumlu örnek olabilmem için fazla görüşmemem gerekiyordu. “yetişkinler bazen sorun çıkartır” dedim. Hayatımın önemli anlarında, ya da onun önemli anlarında bir arada olma fırsatını çoğunlukla kaçırmış olduğumuzu düşünüyorum. Durum her ne kadar böyle olsa da, O’na olumlu örnek olmalıydım sonuçta ve bu, bir şeyleri çok da değiştirmeyecekti. Benim de bir zamanlar bir erkek arkadaşım olduğunu söyledim. Yalnız olmadığına dair bir gülümseme belirdi ve neden daha önce söylemediğimi sordu. “sınırlı görüştüğümüz zamanlarda Örnek olmam gerekirdi” dedim. “saçma” dedi. Ama bu kez başını geriye atmamıştı.. Evet dedim, çok saçma!
コメント